Lütfü Kaplanoğlu: Amacımız ülkemize uluslararası bir sanat etkinliği kazandırmak

(Bu röportaj 12.12.2018 tarihinde Nerde Ne Zaman isimli web sitesinde yayınlanmıştır. Röportaj: Derya Aydoğan)

Dünyanın düş kuran ve kurduğu düşlere inanan, sahip çıkıp onları gerçekleştiren vizyon sahibi sanatçılara ihtiyacı var. Olumsuzlukları olduğu yerden sadece eleştirip durmak yerine çözüm üreten, yaşadığı ortama bir şeyler katmak isteyen ama bunu yaparken de “ben” kavramından uzak, olabildiğince çok insana dokunmayı hedefleyen birilerinin olması gelecek için umut verici en önemli kavram. Evet ülkemizde sanata dair desteklenmesi gereken güzel işler yapılıyor. Bunlardan bir tanesi de Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi olan Doç. Dr. Lütfü Kaplanoğlu’nun kurmuş olduğu ve üç yıldır devam eden “Uluslararası Engravist Baskıresim Etkinlikleri”.

Türkiye’nin en kapsamlı uluslararası baskıresim etkinliklerini düzenleyen Engravist’in kurucusu, ressam ve baskıresim sanatçısı, akademisyen Lütfü Kaplanoğlu ile ülkemize kazandırdığı sanat etkinliğini konuştuk.

Uluslararası Engravist Baskıresim Etkinlikleri’nin üçüncüsü gerçekleştirildi. Şuan hala sergisi devam etmekte olan bu etkinliğin içeriğini anlatabilir misiniz?

Baskıresim, dünyada üzerine workshoplar, bienaller, trienaller, festivaller ve daha birçok etkinlikler düzenlenen bir sanat dalı. Ancak ne yazık ki ülkemizde hala bilinirliği yeterli değil. Engravist etkinlikleri ile bunu aşmak istedim. Ülkemize dünya çapında uluslararası bir organizasyon kazandırmak, olabildiğince çok kişiyi alana çekerek öğrenci, sanatçı, sanatçı adayı, akademisyen ve sanat alımlayıcısını aynı çatı altında buluşturmayı amaçladım.

Uluslararası katılımla gerçekleştirilen Engravist etkinlikleri; baskıresim eğitimi, üretimi ve sergilenmesi süreçlerini kapsıyor. İlk olarak 2016 yılında başladık. Bir sempozyum, bir workshop ve bir sergi düzenlendi. Uluslararası 60 baskıresim sanatçısı ile bir haftada 106 eser ürettik ve sergiledik. Çok sayıda bildiri yayınladık. 2017 yılında, birbirinden farklı tekniklerde, uluslararası sanatçıların başkanlığında sekiz adet workshop yaptık, 100 katılımcı ile 100’ü aşkın eser üretildi. O zamanki sloganımız “40 gün 40 gece gravür”dü. Bu yıl ise (2018) yine farklı tekniklerde iki workshop ve bir sergi düzenledik. Şuan Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde 20 Aralık’a kadar sürecek olan ortalama 15 ülkeden 200’den fazla sanatçı katılımı ile 250 eser sergileniyor.

Baskıresime ilgi duyanlar ve duymaya başlayanlar sizin etkinliklerinizi öğrendi. Üç yıldır düzenlenmesi ile artık geleneksel oldu diyebiliriz sanırım. Ama dikkatimi çeken şey “Bende Engravist olmak istiyorum” demeleri…

Ülkemizde gravür konusunda pek yaygın bir bilgi yok. Resim konusunda bile bazı bilinmeyenler var. Sanata karşı duyarlılığımız zayıf. Sadece fakültelerde gravür dersi alanlar gravür hakkında bilgi edinmiş, diğerleri bu konu hakkında bilgi sahibi değil. Ama ilginç ki bu soru bize daha çok gravürden haberdar olan kişilerden geliyor. Onlar da belki bu konuya hakim olmadıkları için bu soruyu soruyorlar. Engravist olmak diye bir şey yok. Engravist bir isim. Bizim hem ulusal hem de uluslararası arenada benimsenecek, ilgi çekecek bir isim arayışımız vardı. Aslında türkçeleştirilmiş bir durum söz konusu. Engraving, İngilizce’de oymak anlamına geliyor, “ist” eki ise “art – artist” sözcüklerinden aklımıza geldi. “Yapan” anlamı var. Engravist, gravür yapan kişi olarak kurgulandı ayrıca İstanbul’un “ist”i gibi de düşünebiliriz. Bunu yabancılarla konuştuğumuz zaman çok akıllıca yapılmış bir isim olduğunu söylüyorlar. İngilizce’de böyle bir kelime yok. Ama aykırı da durmuyor. Türkçeye de uyuyor. Dolayısıyla şirin bir isim olarak kalıyor. Ama demek ki bu etkinliklerle bir şeyler başarıldı, önemli bir boşluk dolduruldu ve benimsediler. Sosyal medyada süreçlerle ilgili samimi paylaşımlar yaptık. Bu nedenle bu şekilde bir yaklaşım söz konusu oldu.

“Engravist, benim düşümdü, düşlerimizi devlet kanalıyla gerçekleştirdik”

Peki Engravist nasıl ortaya çıktı, nasıl gerçekleştirildi?

Bu benim için “düş”tü. Daha evvelden yapmış olduğum projeler vardı. Onların alt yapısı sağlamdı. Bu mantıkla İstanbul’un avantajlarını da kullanarak uluslararası etkinlikler yapmak istedim. Sanata destek verecek kurumlar az. Devlet desteğiyle yaptık. Yurtdışı ve Türkler Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı sırasıyla üç yıldır bize destek oldu. Düşlerimizi devlet kanalıyla gerçekleştirdik. Türkiye’de ilk defa uluslararası baskıresim etkinliklerini başlatmış olduk. Yıldız Teknik Üniversitesi de etkinliklere ev sahipliği yaptı.

Bu etkinliklerin kapsamı nedir?

Baskı sanatlarında özellikle tümsek ve çukur baskı alanında bir başlangıç yaptık. İmkanlar dahilinde önce lokal düşündük, sonra da uluslararası etkinlikler yapmayı, daha çok insanı bir araya getirmeyi, özellikle ülkemizdeki sanatçı ve sanatçı adaylarını farklı ülkelerdeki insanlarla buluşturmayı, ülkemizdeki gençlere bu sanatı sevdirmeyi ve daha çok bilgi sağlamayı istedik. Katılımcıların iletişim ağlarını olabildiğince artırmaya çalıştık. Bunun içinde eğitim de var, sosyal sorumluluk projesi de… Gravürün en önemli yanlarından bir tanesi takım çalışması olması. Bireysel bir şey değil. Bunu çok önemsiyorum. Çünkü gravür yapan sanatçıların birçoğu birbirleriyle daha yakın iletişim kuruyorlar. Çalışma esnasında birbirlerine yardım ediyorlar. Sanatçının bireyselliği vardır ama burada evrensellik, iş birliği var. Şuanda dünyamızın en çok önemsediği şeylerden biri işbirliği. Bu da baskı sanatında mümkün oluyor.

“İstanbul’u dünyaya sanatsal bir ifade aracıyla tanıtmak istedik”

Peki tema ilk iki etkinlikte İstanbul’un kültürel mirasıydı, bu yıl genel olarak kültürel mirastı. Bu temayla neye dokunmak istiyorsunuz?

İstanbul dünyanın en önemli kentlerinden bir tanesi. Birçok medeniyete, çeşitli inançlara, çok katmanlı kültürlere ev sahipliği yapmış, bünyesinde barındırmış. Çok sayıda siyasinin rüyası olmuş, birçok kez fethedilmek istenmiş ve uğruna savaşlar yapılmış, imparatorluklar kurulmuş… Şuanda bile birçok kültürü bir arada barındıran bir kent İstanbul. İçindeki kültürel öğeler çok zengin. Uğruna şiirler, kitaplar yazılmış bir şehir. Sanatçıların duygu dünyasından yorumlanarak geçen İstanbul’un kültürel mirasına yönelik baskıresimler üretilsin istedik. İstanbul’u dünyaya sanatsal bir ifade aracıyla tanıtma ihtiyacı duyduk. Bu yıl yönümüzü biraz genel kültürel miras konusuna çevirdik. İstedik ki hem konuya baskıresim ile dikkat çekelim hem de dünyanın farklı bölgelerinden bu temadaki eserleri İstanbul’da buluşturalım. Böylece ortalama 15 ülkeden katılımcıya ulaştık. Sanatçılar ve sanatçı adayları üretmiş oldukları işlerle uluslararası bir sergide yer alma şansı yakaladılar. İzleyicide bir farkındalık yaratmak istedik. Kültürel mirasın önemine ve çeşitli şekillerde yorumlanmasına, baskıresim dili ile ifade edilmesine dikkat çektik.

“En büyük hedefimiz uluslararası bir gravür müzesi oluşturmak”

Peki bu projelerle etkinliklerle bir sürü koleksiyon oluşuyor. Bu koleksiyona ne olacak, ya da şu anda ne yapılıyor bununla ilgili?

Gün geçtikçe, etkinliklerimiz arttıkça; eserler birikiyor. Bunlarla en büyük hedefimiz hem İstanbul’u anlatan, tanımlayan, betimleyen eserlerden oluşan hem de dünya kültürel mirasını yansıtan bir gravür müzesi oluşturmak. Bu sebeple eserleri arşivimizde tutuyoruz. Şu anda belki eser sayımız yeterli değil ama ilerde artacağını düşünüyorum. Zaman zaman da seçme eserlerden oluşan çeşitli sergiler düzenleyerek arşivi izleyiciye açmaya devam edeceğiz.

Engravistin gelecekle ilgili düşlerini merak ediyorum. Çünkü düş dediğimiz şey sonsuz bir deniz. Ama hayalle de aynı şey değil. Hayal biraz gerçekleşmeyecek olan şeylerde de kurulabiliyor. Daha büyük düşler var mı?

Bu konuda olabildiğince samimi bir ekiple çalışıyorum. Evet bence de hayal birazcık daha uçuk kalıyor. Bizim düşlerimiz olmayacak şeyler değil. Dolayısıyla şu anda en büyük hedefimiz ülkemizi pozitif anlamda daha güzel şeylere götürebilecek, tanıtımına, kültürüne, turizmine veya sosyal durumuna, inovasyonuna katkıda bulanacak, eğitimine destek olabilecek bir konumda uluslararası etkinlikler. Bunu yaparken bienallerimiz, trienallerimiz olsun istiyoruz. İleride yapmış olduğumuz işler biriktikçe; nasıl insanlar Louvre’a Hermitage’a veya dünyanın değişik müzelerine gidiyorlarsa bizim oluşturacağımız koleksiyonlar aracılığıyla bizim müzemize de gelsinler istiyorum. Bunlar olabilecek düşler. Şimdiye kadar yapmış olduğumuz etkinlikler, almış olduğumuz dönüşler şunu gösteriyor ki; eğer imkanlarımız olursa dünyanın her tarafından olumlu tepkiler alacağız. Önemli işbirlikleri yapacağız. Dünyada adından söz edilebilen ve devamlılığı olan etkinlikler yapmamız mümkün. Bunun için aslında en büyük pay yine devlete, sponsorlara düşüyor. Ama en önemlisi samimi bir ekibe düşüyor.

“Ülkemizdeki sanatsal etkinlikleri sürdürülebilir yapmalıyız”

Peki diğer sanat organizasyonlarından farklı olarak Engravist nasıl bir köprü, bağ kuruyor?

Baskıresmi resimden ayırmamız mümkün değil. Baskıresimin özelliği; resmin biricikliğine karşı daha demokratik bir yaklaşım, sanat eseri alım gücüne destek olan bir yöntem olması. Resim tek olduğu için pahalı ancak baskıresim çoğaltılabilir özelliğinden dolayı daha düşük maliyetli. Resim üzerine yapılmış etkinlikler, Türkiye’de daha çok kabul görmüş olduğu için ülkemizde daha yaygın etkiye sahip. Ama baskı sanatları konusunda şu ana kadar ülkemizde büyük anlamda yapılmış tek bir şey var o da sanırım 2005’te yapılan bir bienal. Mesela o bienalden kalan ülkemize kazandırılmış yurtdışından gelen eserlerden oluşan çok kaliteli bir arşiv var. Ama etkinliğin devamı gelmemiş. Ülkemizdeki sanatsal etkinlikleri biraz daha zenginleştirmek ve sürdürülebilir yapmak istiyoruz.

Modern sanatlar anlamında, geleneksel sanatlar anlamında organizasyonlar var ki o da eksik ama baskı sanatları konusunda etkinlik sıkıntısı var. Türkiye’de şu ana kadar yapılmış bir gravür sempozyumu, çalıştayı yoktu. Uluslarası 11 çalıştay, 6 sergi ve 1 sempozyum yaptık. Büyük bir boşluğu da doldurduğunu düşünüyorum. Böyle bir şeye büyük ihtiyaç varmış. Türkiye’de 90 civarında güzel sanatlar eğitimi veren kurum var. Buralardan mezun olan öğrencilerin, buralarda çalışan öğretim üyelerinin bir şekilde tecrübelerini artırması gerekiyor. Bunu giderecek ve üstlenecek bir kuruluşa ihtiyaç vardı. Onu da biz gönüllü olarak üstlendik. Türkiye’de bu alanla uğraşan herkes yeni etkinlikler yapmamızı bekliyor.

Etkinliklerimiz uluslararası bir iletişim ağına dönüşmüş durumda. Yurtiçinden ve yurtdışından gelen katılımcılarımızın, hocalarımızın hem kendi aralarındaki hem de bizimle olan bağları devam ediyor. Keşke daha büyük organizasyonlar yapabilsek… Daha fazla kişiyi bir araya getirmek; bienallerle, büyük sergilerle mümkün.

Daha büyük amaçlara ulaşmak için kimler ve neler tarafından desteklenmeli Engravist?

Popülaritesi daha yüksek olan zamanda kendisini ispat etmiş bazı kurumlar veya sanat etkinlikleri özel teşebbüslerden de sponsorluk bulabiliyorlar. Ama bizim şu anda müracaat ettiğimiz tek şey Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığın veya kurumların açmış olduğu projeler. Onlardan kabul aldığımız takdirde bu etkinlikleri yapabiliyoruz. Mutlaka mali bir tablo oluşuyor. Gelen misafirlerin ağırlanması, malzeme giderleri gibi şeylerin karşılanması gerekiyor. Öyle bir bütçemiz olsa zaten düzenli olarak yılda en az iki defa yapmak istiyoruz. Yılda bir defa bile yapabilsek, daha büyük organizasyon da yapabilsek; birkaç yıl içerisinde Türkiye’nin ismini baskı sanatları anlamında ciddi bir şekilde duyuracaktır zaten.

“İstanbul’a ihanet mi ediyoruz, kıymetini mi biliyoruz?”

Peki çalıştay süreçlerinin en büyük kazanımı neydi?

Öncesinde İstanbul’un kültürel yapısını ön plana çıkarmak amacıyla tema olarak İstanbul’u belirledik. Katılımcıların çoğu İstanbul’u anlamaya çalıştılar, sokak sokak taradılar. Kendilerince önemsedikleri yapıları, kültürel imajları gözlerinin önüne getirdiler, hayal ettiler. İstanbul’u düşlemiş oldular. Kendilerine göre de yorumladılar. En önemsediğim şey aslında bu. İstanbul’u bu anlamda görmek çok önemli. Biz acaba bu güzel şehre ihanet mi ediyoruz? Bunun kıymetini biliyor muyuz? Bu kadar güzel bir kenti yok mu ediyoruz yoksa var mı ediyoruz. Var ile yok arasındaki çelişkilerimizi ortaya koyduk aslında. Bu yıl da dünya kültürel mirasına odaklanarak çeşitli ülkelerden eserleri ağırlamış olduk. Dünyanın, kültürel mirasa sanatsal olarak bakışını hissetmeye çalıştık.

“Gravürlerle Türkiye Atlası oluşturmak istiyoruz”

Gelecekte yapmak istedikleriniz neler?

Şu anda bazı projelerimiz var. Yeni açılan proje desteklerine müracaat ediyoruz. Eğer kabul edilirse bunların devamını sağlayacağız. Ama dediğim gibi en önemli isteğimiz bienal. Uluslararası baskıresim bienalinin başlangıcını yapmak istiyoruz. Trienal, gravür fuarı, gravür festivali de var hedeflerimiz arasında. Bunların ülkemize de çok önemli katkılar sağlayacağını düşünüyoruz. Çünkü uluslararası arenada düzenli olarak yapılıyor. Avrupa aslında bu şekilde kültürel koleksiyonlar üretiyor. Büyük müzelerini bu şekilde kuruyorlar. Bir de Anadolu’yu karış karış dolaşmak veya belirli sanatçılarla bir araya gelip gravürlerle Türkiye atlası oluşturmak istiyoruz.

Projelerin yaratım süreçleri nasıl oluyor? Bu fikirler nasıl oluyor?

Ekibimizle sürekli kültür sohbetleri içerisinde neler yapabileceğimizi konuşuyoruz. Belki proje yapmak için yola çıkmıyoruz aslında. Derslerde konuştukça, öğrencilerle aramızda sanat sohbetleri yaptıkça, ihtiyaç da ortaya kondukça farklı farklı fikirler ortaya çıkmaya başlıyor. Ama genelde ülke, eğitim ve network odaklı düşünüyoruz.

Workshoplara katılım kriteri var mı?

Aldığımız projelerin katılım koşulları dışında, kriter olarak bakmıyoruz. Sadece samimiyet arıyoruz. Çalıştaylarda mutlaka bu işle alakalı akademisyenler başkanlık ediyor, tekniği anlatıyor. Eğer kişi bir şeyler yapmak istiyorsa yapabileceği bir hale getiriyoruz. Düşündüğü imgeleri gerçekleştirmesini sağlıyoruz. Dolayısıyla “ben bunu bilmiyorum, gravür sanatından anlamıyorum, tekniğinden haberim yok” bahanesi ortadan kalkmış oluyor.

Özel olarak kuruluş amacınız nedir?

Mesela Anadolu daha evvelden baştan başa gravürlendi. Bir sergide, bir beyefendi geldi ve bana Osmanlı döneminde yapılmış gravürlerden bahsetti. “Atalarımız ne güzel gravürler yapmışlar” dedi. Dedim ki “onların hiçbir tanesi bizim atalarımız değil.” Çünkü onlar özellikle 17. yy.’dan sonra Anadolu’ya gelen, Anadolu’yu merak eden kişiler. Sebep ne olursa olsun Anadolu’yu karış karış dolaşan, burada eskizler alan çizimler yapan insanlar; bu çizimlerini Avrupa’ya götürdüler, orada belki yüzlerce, belki binlerce eser ürettiler. Kültür Bakanlığı’nın eski yayınları içerisinde gravür örneklerini görebiliyoruz. O dönem çalışmalarını takdir ediyoruz ama biz günümüzde ne yapıyoruz? Bütün alanlarda sorulması gereken bir şey aslında. Osmanlı’nın geçmişiyle, Selçuklu’nun geçmişte yapmış olduğu sanat eserleriyle veya sanatın diğer alanlarındaki kültürel envanter konusuyla haklı olarak övünüyoruz. Ama “bugün biz ne yapıyoruz?, Geleceğe biz neler bırakacağız?” sorularının cevabını bulmaya çalışıyoruz aslında. Bunun için çalışmalar yapmaya çalışıyoruz.

“Sanatçının bilim insanına, kültür insanına, felsefecilere, herkese ilham kaynağı olabileceği bir ortam oluşturmalıyız”

Engravistin daha önceki alt yapısını oluşturan etmenlerden bir tanesi de bu mu?

Bu bizi rahatsız ediyor. Ülkemizde zaman zaman savaş, barış dönemleri olmuş, fakirlik dönemi yaşamış ama bu millet bazı şeyleri bırakmamış. Mimaride belirli bir çizgimiz vardı. Kültürel imgelerimizde belirli bir çizgi vardı. Fakat bu imgelerin günümüzde “bizcesi” nedir? Nasıl bir çizgi ortaya koymalıyız? Milli bir çizgimiz olması gerektiğini düşünüyorum. Ama bunda muhafazakar bir mantığı söylemiyorum. Sanatçının bilim insanına, kültür insanına, felsefecilere, herkese ilham kaynağı olabileceği bir ortam oluşturmalıyız. Bu ortamların oluşması yeni fikirlerin ortaya çıkmasını sağlıyor. Dolayısıyla sanatçılara değişik alanlardan imkan tanınmalı. Sanatçıların vermiş olduğu fikirlerin, yeni üretimlerin tüm alanlarda çığır açacağına inanıyorum. Salt, tek bir pencereden bakışı sağlayan, betimleyen bir sanatçı değil; ufuklar, yeni yeni kanallar açan mantığa sahip sanatçılar yetiştirmemiz gerekiyor.

Peki bu altyapı doğrultusunda Engravist için çok daha uç bir düş kurulsa ne olurdu? Hani sadece workshoplar, bienaller değil de daha uç bir şey…

Sanal gerçeklikle veya yeni teknolojilerle oluşturulabilecek 3-4-5 boyutlu mantıkta sergileme yöntemleri üzerine düşüncelerimizi sürekli konuşuyoruz. Alt yapılar da kurmaya başladık. İmkanzsızlıkların ardına sığınmıyoruz. Öyle bir bahanemiz yok, zorluyoruz. Gönüllü bir ekibiz. Bir şeyde gönül varsa mutlaka amacına ulaşır. Ülkemize yenilikler getirebileceğimizi düşünüyoruz, düşlüyoruz ve gerçekleşeceğine inanıyoruz.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Hibe desteklerinin artması gerekiyor. Fen bilimleri konusunda var ama sosyal bilimlerde biraz daha az. 2017’de, 28 yıl aradan sonra 3. Milli Kültür Şurası yapıldı. Cumhurbaşkanımızın bazı tespitleri vardı. Özellikle kültür ve sanat konusunda ilerleme kaydedemediğimizi daha fazla şeyler yapılması gerektiğinden bahsetmişti. Bu düşünceyi benimseyen ve bunun gerekliliğine inanan kişi sayısının devlet kademesinde çok az miktarda olduğunu düşünüyorum. Bu bizim için çok üzücü bir durum. Anadolu’nun taşı toprağı müze konumunda. Ama müzecilik konusunda yeteri kadar değerlendiremiyoruz. Bunlardan faydalanıp ihya edebilirsek; Turizm girdisi konusunda çok ilerleme kaydederiz. Cumhurbaşkanı’nın da serzenişlerini dikkate almalıyız. Kaynak yaratmalıyız. Devlet de daha fazla proje hibe destekleri açmalı ve teşvik edilmeli. Çünkü eğer sanatla ekonomi atbaşı gitmiyorsa burada bir sıkıntı vardır. Osmanlı büyüktü, eserleri de büyük. Ortaya koymuş olduğu kültür sanat ürünleri de sağlam. Selçuklu büyüktü bütün kültürel verileri de çok sağlam. Bu doğrultuda günümüzü gerçekleştirmemiz gerekiyor. Çin’in ekonomisi şu anda çok önemli bir noktada ama dünyada sanatın yüzde 60’ı Çinlilerin elinde. Amerika önemli bir konumda. İyi bir ekonomiye sahipler ama kültür ve sanatta da iyiler. Fransa yıllarca bunu kullandı hala daha kullanmakta. Avrupa sanata destek veriyor ama onlara ekonomik ya da kültürel girdisi çok daha fazla oluyor. Sanatı devlet yönetiminin herhangi bir alanından ayırt etmiyorlar aslında. Eğer sanat çökerse; devlet çöker mantığı bile söz konusu. Bazı milletler sanatsal üretim ortaya koymadıkları için yok olmuşlar. Bizim geçmişimiz belli ama günümüzü kaybetme korkusu var. Gelecekte büyük bir fetret devrinden söz edebiliriz. Bu duraklama dönemini ortadan kaldırmamız, sanatı daha ön plana çıkarmamız gerekiyor.

(Bu röportaj 12.12.2018 tarihinde Nerde Ne Zaman isimli web sitesinde yayınlanmıştır. Röportaj: Derya Aydoğan)