Atilla Atar: Baskıresim, dünyada nitelik ve nicelik olarak gelişti

Röportaj: Derya Aydoğan

Ülkemizin atmosferinde yoğrulmuş, dünya sanat ortamına karışmış, tüm birikimini topraklarına kazandırmış bir sanatçımız Prof. Atilla Atar. Kendisi aynı zamanda baskıresmin taş baskı (litografi) tekniğinde kült olmuş bir isim. Sanatçı olmasının yanı sıra eğitmenlik misyonunu da üstlenmiş, ülkemiz için oldukça önemli sanat girişimlerinde bulunmuş…

Tüm yaşamını sanata adayan Atar’ın yaşamının en ilgimi çeken bölümü gençlik yıllarında uzmanlık için gittiği Paris’teki öğrenim dönemi. Kendisinden o dönemi ve ortamı kelimelerle resmetmesini istedim ve hayranlıkla dinledim…

Renk ve taş ikilisine ruh katan; baskıresim alanında en bilinen sanatçılarımızdan Atilla Atar’ı Engravist takipçilerine daha yakından tanıtmak isteriz.

Sanat yaşamınızı neredeyse baskıresimin litografi (taş baskı) alanına ayırmışsınız?  Litografinin sizin için en özel yanı nedir?

Sorunuza yanıt vermeden önce litografiye olan ilgimin ne zaman ve nasıl başladığından söz etmek isterim. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nde yeterli donanım olmadığı için tahta kaşıkla yüksek baskılar yaparken, uygulayamadığımız diğer baskıresim tekniklerini kitaplardan, gezdiğimiz sergilerden tanıyor, öğretici filmlerden izliyorduk. Litografi tekniğini de ilk kez 1963 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Öğretici Filmler Merkezi’nde izlediğimde; uygulama yönteminin farklılığı, taş kalıbın hazırlanması ve baskı aşamaları çok ilgimi çekmişti. Bu tekniği, 1975 yılında baskıresimde uzmanlık için gittiğim Paris Ecole National Supérieure des Beaux Arts (ENSBA)’ da öğrendim. Orada özgün baskıresmin diğer tüm tekniklerini uygularken, litografinin benim çalışma tarzıma, disiplinime daha uygun olduğunu farkettim. O tarihten beri litografi tekniğinde baskıresimler üretiyorum.

Ülkemizde 90’lı yıllardan başlayarak önemli bir değer yaratan baskıresim konusunda sanatsal çalışmalar yaptım, litografi kitabı yazıp yayımladım. Ürettiğimiz pres makineleriyle tekniği öğrettik, çalıştaylar, sergiler düzenledik. Bu yolla fakültede ve müzede baskıresim koleksiyonu oluşturduk. Baskıresmin tanınmasına, bilinmesine katkıda bulunduğumu, dolayısıyla da bu çabalarımın alana bir katkısı olduğunu düşünüyorum.

Paris’te baskıresim alanında eğitim gördünüz ve uzmanlık aldınız. Bize biraz o dönemden, oradaki ortamdan, ilişkilerden, yaratım sürecinden bahseder misiniz? Bugün buradan baktığımızda geçmişin o ortamını bize resmeder misiniz?

Önce eğitim gördüğüm okulu kısaca tanıtayım. Paris ENSBA, Saint Germaine des Prés’de, Seine nehri kenarında Quai Malaquais ile Rue Bonnaparte’ın kesiştiği alanda 1682’de kurulmuş. Louvre Müzesi’yle karşı karşıya. Arada Seine Nehri var sadece. Müzesi, şapeli, muhteşem kütüphanesi, heykellerle donanmış iç avluları, farklı dönemlerde inşa edilmiş binalarıyla büyüleyici atmosfere sahip.  Okuldan mezun ünlü sanatçılardan bazıları;  Jean-Auguste-Dominique Ingres, Jacques-Louis David, Gustave Moreau, Henri Matisse, Eugéne Delacroix, Georges Braque, Constantin Brancusi, André Dunoyer de Segonzac, César, André Masson, Carole Benzaken, Marc Des grandchamps, Sylvie Fanchon. Okulda sanat eğitimi “Peinture, Sculpture, Gravure” olmak üzere üç ana dalda yapılıyordu. ENSBA’ya giriş sınavları mülakat ve desen sınavları olmak üzere iki bölümde gerçekleştirilirdi. 7 kişilik profesörler kuruluna dosya sunumu ile birlikte mülakat, daha sonra belirlenen tarihlerde de desen sınavları.

Baskıresim dalında uzmanlık öğrenimimi Prof. George Dayez (1907-1991), Prof. Abraham Hadad (1937) ve Prof. Bertrand  Dorny (1931-2015) atölyelerinde yaptım. Litografi atölyesinin öğrencisi olmak bir ayrıcalıktı. Atölye öğrencisi olmanın önkoşulu okula giriş sınavında “A” almaktı. Atölye hocası çalışma dosyalarını tek tek inceleyerek değerlendirir, öğrenciyi öyle kabul ederdi. Ders yılı başında dersimiz atölye ortamında verilen ziyafetten sonra başlardı. Ders hocası haftada bir gün öğleden sonra gelir, çalışmalarımızı eleştirirdi. Diğer günlerde dersi asistanların yürüttüğü atölye ortamında, farklı ülkelerden gelen öğrencilerle birlikte çalışırken, ülkelerinin kültürünü ve düşünce biçimlerini tanıyarak kalıcı dostluklar oluşturduk.

Akademide bütün atölyeler 08.00- 22.00 arası açıktı ve litografi çok emek gerektirdiğinden zamanımın büyük bölümü atölyede geçerdi. Okulumuz kentin merkezinde olduğu için çok sayıda Parisli ve yabancı turist uğrar, baskı çalışmalarını adeta bir çalıştay ortamındaymış gibi izler, baskı satın alırlardı. Çalışmalarımızı, hem (Palais des études) salonunda hem de okulun girişindeki Güzel Sanatlar Sokağı’nda ( Rue des Beaux Arts)  açık havada sergilerdik.

Paris,  sanat etkinlikleri, müzeler, sanat galerileri, anıtları, meydanları, mimari yapıları, katedralleri, kafeleriyle son derece zengin bir sanat ve kültür kenti. 24 saat uyumayan bir başkent.  Hafta sonlarında gittiğim Centre George Pompidou, Paris’in adeta bir fabrikayı andıran en sıra dışı mimari yapılarındandı. Bu yapının içerisinde altmış binden fazla çağdaş sanat koleksiyonuna sahip Musée National d’art Moderne, sergi alanları, kütüphane, sinema, bulunuyordu. Centre George Pompidou önünde insanların buluşma yeri ve aynı zamanda sokak sanatçılarının performanslarını sergilediği meydan, günün her saatinde hareketli ve şenlikli olurdu. Grand Palais, Petit Palais, Musée d’Orsay, Musée du Louvre gibi daha birçok müze ve sanat galerilerini gezmek, sanat eserlerini izlemek, sanatçılarla tanışmak gerçekten heyecanı vericiydi. Kentin atmosferi, katedralleri, sokakları, açık hava sokak müzeleri, kafeleri. Kısacası Paris anlatılmaz yaşanır.

Biraz eserlerinizden bahsedebilir miyiz? Genel olarak öne çıkan 3 seriniz var. Kavaklar, Soyutlananlar ve Dönüşüm… Bu serilerinizin isimlerinden, anlamlarından, hikayelerinden bahseder misiniz?

1975 yılından bugüne kadar zaman zaman boyaresim çalıştıysam da, yaklaşık 40 yıldır baskıresimlerimi bu teknikle üretiyorum. Baskı sürecinde çalıştığım renk kalıpları zaman zaman yeni bir litografinin başlangıcını oluşturabiliyor.  Böylelikle, litografilerim arasında bir devamlılık, bir bütünlük oluşuyor. Bu teknikte kullanılan baskı mürekkeplerinin saydam özelliği de baskılarımda derinliksel etki elde etmemde bana büyük kolaylık sağlarken pentür tadını yakalıyorum.

Her sanatçı içinde yaşadığı toplumun sorunlarını eserlerine doğrudan ya da dolaylı olarak yansıtır. 80’li yılların başlarında yer yer stilize edilmiş kavak dizileri, sonlarına doğru gerçek görsel boyuta ulaşıyor. Bu renkli litografiler, soyut doğa imgeleri üzerine kuruludur ve iki yönlü etkiyi yansıtır. Kimi litografilerimde, kompozisyonu yukarıdan aşağıya veya yatay kesen renkli bantlar, bu çift yönlü bakışı, soyutçu yaklaşımdan yana derinleştirir.

1985-90 arası gerçekleştirdiğim boyaresim ve baskıresimlerimde, üniversite yerleşkesinde bir kenarda çürümeye terkedilmiş, soyutlanmış askeri araçları simge olarak kullandım. Salt askeri araçları kullanmamın nedeni, hem soyutlanışı, hem ıssızlığı, terkedilmişliği, hem de zaman boyutunu vurgulayarak savaşın dehşetine gönderme yapmaktı.

90’lı yılların sonuna doğru Kapadokya’nın kadim kültürü ve gizemli doğasından esinlenerek dokusal kaygılarla gerçekleştirdiğim Dönüşüm 1 Serisi’nde; soyutçu yaklaşım, görüntü imajını bütünüyle silmeye yönelik bir yörünge izlemekte. Boşlukta yer alan küresel ve kübik biçimler, boşluğun derinliksel etkisini öne çıkarıcı bir işlev üstlenir. Yüzeysel etkiyi uzamın derinliklerine dek kaydırarak ürettiğim litografi; sanatsal değerlerle düşünen aklın ürünü olarak resimsel kaygıların öne çıktığı bir içeriğe doğru yöneltir. Uzam, devinen ve titreşen bir görünüm kazanır.

Son dönem çalışmalarımdan Dönüşüm 2 Serisi ise; üzerinde yaşadığımız gezegenimizin giderek doğal devinimini yitirmekte olduğuna, doğal yaşamın ve çevremizin giderek yok olduğuna göndermeler yapan figürsüz, soyut doğa ve kent imgeleri içermekte. Doğayı kendi halinde bırakmayan insanoğlunun meydana getirdiği tahribat ve kirlenmeyle karşı karşıyayız. Gelecek kuşaklara kötü bir miras bırakacağımızı bile bile bu hoyratlığımızı ne yazık ki sürdürüyoruz.

Ödülü olmayan bazı sanatçıları da zaman ödüllendiriyor

Çok sayıda ödülünüz var. Ödül bir sanatçı için daha geniş kitlede tanınmasına yardım etmesinin dışında ne ifade ediyor?

Ödül almak bir sanatçıyı kısa süre için motive eden, yüreklendiren, üretmesini destekleyen güzel bir duygu.  Aynı zamanda sanatçı sorumluluğunu arttıran ödüller,  onun tanınmasında mutlaka etkili oluyor. Ancak, yarışmalarda alınan ödül, başarıda bir ölçüt olmamalı. Sanatçının çalışmalarıyla sanata getirdiği yenilikler ve sanat eğitimine katkıları daha önemli. Ödül, sanatçının başarılı çalışmalarını değerlendiren sanat kurumları, sanat otoriteleri, yetkin jüriler tarafından verildiğinde anlam kazanır. Öte yandan hiç ödülü olmayan ama sanat tarihine geçmiş, yaşadığı dönemde anlaşılmayan nice sanatçılar tanıyoruz. Onları da zaman ödüllendiriyor.

Hem sanatçısınız hem eğitimcisiniz hem de sanat için çok önemli girişimlerde bulunmuş bir kişisiniz. Bunların bütünlüğü nasıl bir farkındalık yarattı? Sanat ortamında dünyada daha ileriye gidebilmemiz için -belki uzun vadede- bugüne kadar yapılmamış ama yapılması gereken bir şey düşündünüz mü?

Paris ENSBA’da baskıresim dalındaki uzmanlık eğitimimden sonra görev yaptığım İzmir-Buca Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nde ilk işim, atıl durumda bulunan litografi atölyesini çalışır hale getirmek oldu. Buna, son dönemde görev yaptığım İzmir Yaşar Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde kurduğum litografi atölyesini de ekleyebiliriz. 1984’de göreve başladığım Anadolu Üniversitesi Uygulamalı Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda, baskıresmin tüm tekniklerinin uygulanabildiği tam donanımlı baskıresim atölyelerini kurma görevini üstlendim. Yüksekokulun bütün atölyelerinde öğretim elemanı, teknisyen, öğrenci birlikteliğini oluşturduk. Bu birliktelik, usta çırak ilişkisi içerisinde çok verimli bir eğitim, öğretimi geçekleştirmemizi sağladı. Öğretim elemanları, sanat eğitimi derslerinin dışında kendi sanatsal çalışmalarını da bu atölyelerde gerçekleştirdiler. Bu sayede öğrenciler, hocalarını rahatlıkla izleyebiliyordu. 1987’de öğrenime açılan atölyelerde çok sayıda öğrenci öğrenim gördü. Değişik zamanlarda yurtiçi ve yurtdışından gelen sanatçılar, özellikle litografi atölyesinde çalıştılar. Cihat Burak, Adnan Turani, Mürşide İçmeli, Mustafa Pilevneli, Mustafa Ayaz, Ali İsmail Türemen, Berna Türemen, Süleyman Saim Tekcan, Gül Derman, Oya Kınıklı, Fevzi Karakoç, Semih Balcıoğlu,Tan Oral, Kamil Masaracı, Semih Poroy, Micha Kloth, Martin Baeyens, Tadayoshi Nakabayashi, Rolf Escher, Knut Willich, Miharu Shiota  gibi  değerli sanatçıların baskıresimleri  kurduğumuz Anadolu Üniversitesi Çağdaş Sanatlar Müzesi  koleksiyonunu zenginleştirdi. Kısa sürede donanımlı baskıresim atölyelerinden söz edilir oldu. Ülkemiz sanat eğitimi kurumlarında baskıresmin yaygınlaştırılması ve yeni baskıresim atölyelerinin kurulmasını sağlamak için yüksek baskı, çukur baskı ve düz baskı (litografi) preslerini üniversite atölyelerinde ustalarımızla birlikte çalışarak üretmeyi başardık. 2006 yılına kadar yaklaşık 13 yıl süren üretimle çok sayıda üniversite baskıresim atölyelerini kurdu. Baskıresme ilginin sürekliliğini sağlamak, ancak baskıresmin daha çok kişi ve sanatçı tarafından üretilmesiyle olanaklı olabilirdi. Sanat eğitimi kurumlarının gereksinim duyduğu elemanları yetiştirmek için 2000-2001 öğretim yılında Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde ülkemizde bir ilk olan Baskı Sanatları Bölümü’nü kurdum.  Bizden sonra Balıkesir Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Baskı Sanatları Bölümü’nün, Giresun Üniversitesi Görele Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Resim-Baskıresim Bölümü’nün açılması da kurumsallaşmanın bir göstergesi.

Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Baskı Sanatları Bölümü’nün yabancı sanatçılar, sanat eğitimi kurumları ve baskıresim atölyeleri ile geliştirdiği ilişkiler ve ortak etkinlikler sonucunda elde edilen bakıresimler de müze koleksiyonunu zenginleştirdi. Bütün bu yapılanların ülkemiz üniversitelerinde bir ilki oluşturduğunu, bir farkındalık yarattığını değerlendiriyorum.

Yapılmasını çok istediğim ama gerçekleştiremediğim projeye gelince; Almanya’nın küçük bir kasabası Lamspringe’de yaklaşık 30 yıl boyunca Allen Jones, George Baselitz, Jörg İmmendorf, Eduardo Arroyo, Valerio Adami gibi dünyaca ünlü sanatçıların baskılarını ürettiği “Quensen Baskı Atölyesi” 2009’da faaliyetine son verdi. Benim de çalıştığım, sergi açtığım atölyenin sahibi Ernst August Quensen,   6 m. boyunda, 6 ton ağırlığında, 100×140 cm. boyutunda otomatik litografi ve yüksekbaskı yapan presini adımı vererek Anadolu Üniversitesi’ne bağışladı. Bu pres ile ünlü sanatçıların baskılarını üretecekleri uluslararası baskı atölyesini Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesinde kurma girişimim ne yazık ki emekli olmam nedeniyle gerçekleşemedi. Ünlü sanatçılar üniversitenin konuğu olarak bu atölyede uzman teknisyenlerle baskıresim çalışacak,  dolayısıyla üniversite koleksiyonuna önemli eserler kazandırılacaktı. Ancak, presin çok büyük olması ve atölyeye taşınamaması, yeni bir atölye kurmak için de uygun bir mekan bulunamaması nedeniyle kurulumu gerçekleştirilemedi. O tarihten bu yana pres ve kalıplar üniversite deposunda atıl halde beklemekte. Umarım bu atölye, üniversite yönetiminin desteği ve bölümdeki arkadaşların çabaları ile işler hale getirilir.

Sanat, ulusal olan kültürel değerlerin evrenselleşmesini sağlar

Artık internet sayesinde sanatçılar uluslararası sanat ortamından daha kolay beslenebiliyorlar, kendilerini ifade edip, tanınabiliyorlar. Geçmişte birebir ilişki kurmak daha zordu. Çeşitli projelerle uluslararası bağlantılar kurmuş, çevresini ve öğrencilerini de projelerle bu ortamlara dahil etmiş biri olarak sanat iletişimi anlamında günümüzü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünya sanat ortamında oldukça ilgi gören, ülkemizde de özellikle 1980’den sonraki ekonomik ve kültürel değişimlerin etkisiyle sanat piyasalarında kendini kabul ettiren, alınıp satılan, adına yarışmalar düzenlenen baskıresmin nitelik ve nicelik olarak geliştiğine tanık oluyoruz. Oluşan baskıresim kültürü ve altyapısı, baskıresim yapan sanatçıların sayısında da bir artışı getirmiş, salt baskıresmi sanat yaşamlarının merkezine oturtan sanatçılardan sözedilir olmuştur. Sanat eğitimi kurumlarında kurulan baskıresim atölyelerinin yanı sıra kendi atölyelerini kuran sanatçıların salt baskıresim üretmeleri sevindirici. Baskı Sanatları Bölümlerinden mezun sanatçıların çok az da olsa geleneksel yöntemlerden deneysel baskı sürecine girdiklerine de tanık oluyoruz. Son zamanlarda gerçekleştirilen bireysel ve ortak sergilerde, ulusal ve uluslararası baskıresim yarışmalarında, üniversitelerin ve sanat galerilerinin düzenlediği kapsamlı baskıresim sergilerinde, genç kuşak sanatçıların çağdaş dünya sanatı ile uyumlu yetkin çalışmaları dikkat çekiyor. Bu gelişmede, pek doğaldır ki internet ortamının katkısı çok olmuştur. Dünyadaki sanat ve teknoloji alanındaki gelişmelerden günü gününe haberdar olmak, sanatçıları eserleriyle tanımak, uluslararası baskıresim yarışmalarını, çalıştay, bienal ve trienalleri takip etmek, bu etkinliklere katılmak gibi…

İstanbul’da uluslararası baskıresim etkinlikleri düzenleyen “Engravist” oluşumunu duymuşsunuzdur… Bu alanda sizce nasıl bir ses getirdi? Engravist’in veya onun gibi projelerin, oluşumların daha iyiye gitmesi için deneyimlerinizle yol gösterir misiniz?

Sanat, ulusal olan kültürel değerlerin evrenselleşmesini sağlarken, kültürel yakınlaşmayla farklı ülke ve toplumlar arasında köklü, kalıcı ilişkilerin, dostlukların ve yaratıcı, üretken düşüncelerin gelişmesine hizmet eder.

Engravist’in son dönem etkinliklerini internet ortamında fırsat buldukça takip etmeye çalıştım. Çağrılı sanatçı öğretim elemanları tarafından gerçekleştirilen çalıştayların çok başarılı geçtiğini, genç sanatçı adaylarının karşılıklı etkileşim içerisinde kendilerini çalışmalarıyla ifade ettiklerini gördüm. Bunlara ek olarak “Uluslararası Engravist İstanbul Gravür Bienali” düzenlenmesi baskıresim sanatımız ve sanatçılarımızın uluslararası arenada boy göstermesi, ülkemizin tanıtımı açısından çok önemli. Böylece, sanatın sınır tanımayan gücünün bireyleri, kurumları ve ulusları yaklaştırdığına, ülkelerin gerçeklerini, kültürlerini, çağını yakalayan düşünce biçimlerini, paylaştıklarına tanık oluruz.  Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nin çalıştaylar, bienaller ve sergiler gerçekleştirmesi ve bu etkinlikleri kitap, kataloglarla belgelendirmesi memnuniyet verici. Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nin üstlendiği misyonla, markalaşma yolunda bir organizasyon gerçekleştirdiğini değerlendiriyorum. Başta Doç. Dr. Lütfü Kaplanoğlu olmak üzere bütün emeği geçenleri kutluyorum.

Engravistle ilgili birkaç önerim; etkinlikler kapsamındaki çalışmalarla ve eser bağışlarıyla, önce fakülte bünyesinde “Baskıresim Koleksiyonu” oluşturulması, daha sonra da bu sanatsal birikimden, yetkin bir jürinin seçimiyle “Yıldız Teknik Üniversitesi Çağdaş Baskıresim Koleksiyonu” gerçekleştirilebilir. Arkasından üniversite bünyesinde bir baskı müzesi neden olmasın?

Ayrıca, ulusal ve uluslararası baskıresim yarışmaları, yurtiçi ve yurtdışında baskıresim sergileri gerçekleştirilebilir.

Son olarak şuan neler yapıyorsunuz? Yeni projeleriniz, işleriniz var mı?

İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi kadrosundayım, Eskişehir’de yaşıyor, atölyemde çalışıyorum. Son kişisel sergimi 2018 Nisan ayında Gaziantep Sanko Sanat Galerisi’nde gerçekleştirdim. Karma ve grup sergilerine katılıyorum.

Röportaj: Derya Aydoğan