Prof. Dr. Hatice Bengisu: “Ağaç ile sonsuz bir yolculuğa çıktım”

Röportaj: Derya Aydoğan

Sevgili ve oldukça saygıdeğer hocamız Prof. Dr. Hatice Bengisu ile Uluslararası Engravist İstanbul Baskıresim Çalıştayları’nda tanıştım. Kendisi “Ağaç Baskı” tekniğindeki çalıştay başkanlığını yürüttü. Görüp görülebilecek en özel insanlardan, en idealist akademisyenlerden ve en hayranlık uyandırıcı sanatçılardan biri olduğunu söylemek oldukça yerinde olacaktır.

Hatice hoca konuşurken anlaşılıyor ki içinde dev bir kütüphane gizli… Ve hiç bir kelimesini kaçırmadan dinleyesi geliyor insanın… Onunla geçirdiğimiz 5 günden sonra düşündüm ki bazı insanlarda özel bir ışık var. O özel ışığa sahip olan Hatice hocamızı Engravist okurlarına da tanıtmak önemli bir görev bence… Bir gün hepinizin onunla tanışabilmesi dileği ile… Belki de yeni ve daha kalabalık bir Engravist etkinliğinde…

Ağaç baskı ile ilgili ilk uygulamalarınız ne zaman başladı. Bu teknik ile yolculuğunuzdan söz eder misiniz?

Buca Eğitim Enstitüsü Resim İş Eğitimi Bölümü öğrencileri ikinci sınıfta alan seçimi yapıyordu. Seçmiş olduğum Grafik Ana Sanat Dalı ikinci sınıf uygulamaları arasında baskı teknikleri dersleri yer alıyordu. İlk baskı teknikleri ile tanışmam 1977-78 yılları arasında ikinci sınıfta oldu. Kullanılan atölye donanımı yüksek baskı ve gravür teknik uygulamalarına uygundu.

Yatılı öğrenci olduğumuz için atölyeleri 24 saat kullanma fırsatımız vardı. Türkiye’nin zor yıllarıydı. Üniversiteler sürekli öğrenci olaylarına sahne oluyordu. Aksayan dersler ve daha fazla üretebilmek için genellikle gece sabaha kadar çalışırdık. Yüksek baskı tekniklerini kendisi de yüksek baskı ve gravür tekniklerinde çalışmalar yapan atölye hocamız İlhami Ercivan rehberliğinde öğrendim.

Ağaç baskı tekniği ile yoğun ilişkim 1991 yılında MÜGSF yüksek grafik bölümü yüksek lisans ve sanatta yeterlilik programını sürecinde Profesör Mustafa Aslıer atölyesinde oldu. Onun atölyesi fakültenin en aktif atölyesiydi. Atölyede ağaç baskı için genellikle kavak, ıhlamur gibi yumuşak, kolay oyulabilir ağaç plakaları kullanılıyordu. Kavak ve ıhlamur gibi ağaç plaka kalıplar ile çok renkli figüratif ağırlıklı baskılar yaptım.

“Ağaç ile sonsuz bir
yolculuğa çıktım”

Mustafa Aslıer çok iyi bir sanat eğitimcisiydi. Eğitim Fakülteleri ile Güzel Sanatlar Fakülteleri lisans ve lisansüstü programlarının farklılığından doğan tedirginlikleri onun sayesinde attım. Çok iyi bir yol göstericiydi ve insani değerleri çok yüksek bir eğitimciydi. Sanatta yeterlilik tez aşamasında orta öğretimdeki sanat eğitimcisi görevimden ayrılarak sınavla Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim iş Eğitimi Bölümü’ne öğretim görevlisi kadrosuna geçmiştim.

Bolu ağaç yönünden zengin bir yapıya sahiptir. Burada ağaç kesme atölyelerini görmem, farklı ağaç plakalarıyla karşılaşmam; beni ağacın dikine kesit plakalarıyla çalışmaya yöneltti. Ağaçların iç yapısındaki dokusal çeşitlilik ve zenginlik beni çok heyecanlandırmış ve ağaç ile sonsuz bir yolculuğa çıkarmıştı. Çalışmalarımdaki figüratif kompozisyonlar kendiliğinden daha soyut formlara ve biçimlere dönüştü. Çalışmalarım farklı bir boyuta geçti.

Süreç içinde dikey kesitten oluşturulmuş ağaç kalıplar ile birlikte enine kesit kalıplar da kullanmaya başladım. Şaşırtıcı ve çok farklı sürprizler sunan amorf kalıplar ile ağaç baskı serüvenim devam ediyor.

Ağaç baskı tekniğini seçme nedenleriniz nelerdir?

Ağaç doğadaki en karakteristik nesnelerden biridir. Ağaç toprağa bağlı olduğunda veya topraktan koparıldığında da zamanın ve yaşamın bütün izlerini taşır. Koşulların ve zamanın etkisiyle sürekli değişim ve dönüşüm gösterir. Yapısındaki özgünlük ve değişim sanatçıya her zaman farklı sürprizler sunar.

Ağaç savaşçıdır. Direnen ve dönüşen yapısı aslında sanatçının heyecanını ve motivasyonunu sürekli yüksek tutar. Farklı kullanım biçimleri ile her dönemde sanatçılar tarafından ilgi gören bir malzeme olmuştur.

Çocukluk yıllarımdan bu yana iç içe olduğum ağacı bir baskıresim sanatçısı olarak seçmem rastlantı değildir. Doğa ile iç içe yaşayan bir ailenin çocuğu olarak, kendiliğinden doğa ile birebir ilişkim oldu. Çocukluk ve gençlik yıllarım ağacın dokusunu hissederek, ona sarılarak, oyunlar oynayarak, fidanını dikerek ve tüm doğaya dair yaşanmışlıklar ve ilişkiler biriktirerek geçti. Ağaç ile içsel bağımın erken yaşlarda temellendiğini düşünüyorum. Doğal olarak çalışmalarımda bu ilişki üzerine temellenen imgeler var.

“Diğer baskı tekniklerine
misafir sanatçı gibi gidip geliyorum”

Ana tekniğiniz ağaç baskı diyebilir miyiz?

Evet diyebiliriz. Diğerlerine misafir sanatçı gibi gidip geliyorum. Diğer teknikleri de deniyorum. Sözgelimi tek baskı (monotype), linol baskı çalışmalarım var zaman zaman. Ama dönüp dolaşıp geldiğim yer, kürkçü dükkanı burası.

Doğadan ilham aldığınızı söylüyorsunuz ve çürümeyi işliyorsunuz, çürümeyi seçmenizin sebeplerini biraz anlatabilir misiniz? Ayrıca doğa sürekli kendini yenileyen bir mekanizma. Yenidenliği/doğuşu/oluşumu da işliyor musunuz? 

Bütün sanatçılar, öncelikle doğa kökenlidir. Soyut çalışan sanatçılar bile temelde kendilerini doğaya dayandırırlar. Benim doğayla ilişkilerim çocukluktan bu yana biraz daha kuvvetli. Günlük yaşamımda da doğanın yoğun bir etkisi var. Doğanın içindeki nesnelerde ve doğanın kendi bütünlüğünde bulunan estetik beni etkiliyor. Bu çıkış noktam oluyor. Rastladığım bir ağaç formunun iç veya dış yapısındaki dokuları sanatın bir elemanı olarak kullanıyorum. Onunla serüvenim hemen bitecek bir serüven değil. Her yaptığım çalışma bir başka çalışmanın tetikleyicisi oluyor. Ağaç doğurgan bir yapıya sahip. Her nesne sizi başka bir heyecana götürüyor.

Çürüme kavramını işliyorum. Cioran’i okuduğumda çürümeyle ilgili bir kavramın çalıştığım malzemenin yapısıyla çok ilişkili olduğunu fark ettim. Beni bu farkındalık çok heyecanlandırdı. Ağaç doğadan bağları koptuğu zaman da yaşayan, dönüşen bir malzeme. Ağacın ele avuca sığmaz değişkenliğini ve bu değişkenliğe tanıklık ederek onunla iletişimde olmayı seviyorum. Estetik, süprizlere açık, doğurgan ve savaşçı bir malzeme. Ağacı bulunduğu doğal alandan alıp, yeni bir oluşumla bir sanat nesnesi olarak var ederek yeniden ve farklı varoluşunu  sağlıyorum diyebiliriz.

Bu pencereden bakıldığında çalışmalarım doğanın tekrar doğumu gibi düşünülebilir. Yaşadığım coğrafyada bulunan doğadan kopmuş/koparılmış muhteşem amorf ağaç formları beni her zaman çok etkiliyor. Onun her koşulda değişerek başkalaşarak varoluşunu sürdürmesini kendime yakın buluyorum. Ağaç ile samimi derin ve heyecanlı bir ilişkim var. Tezgahta bekleyen, işlenmeye hazır ağaçlarım var. Bu ilişkimin bitmesini istemiyorum. Doğayla birlikte yaşamak, onunla üretmek, kendimi gerçekleştirmek ve sonuçları paylaşma serüveni devam edecek.

“Çalışmalarım doğanın izinden gittiğimin ve
bu izi sürerken keşfettiklerimin yansımasıdır”

Hatice Bengisu, Ağaç Baskı, 2017

Yıllarını baskı sanatına vermiş bir akademisyen olarak baskı sanatı size hayat felsefesi anlamında size ne kazandırdı?

Baskı sanatını tercih edişimin nedeni hiç bir zaman onun teknik özelliklerinin cazibesi değildi. Baskı sanatları kalıp temeline dayalı bir çoğaltma tekniği olduğu için orijinal bir sanat eserlerinin daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayan yönü beni etkiledi. Doğasında ve ortaya çıkış kökeninde demokratik bir tavır var. Daha ekonomik ve daha kolay ulaşılabilir oluşunu ayrıca önemli buluyorum. Baskı sanatının diğer sanat alanları içinde çok daha farklı bir yere sahip olduğunu düşünüyorum.

Baskı sanatları sanatın toplumsal işlevi ve gerekliliği konusundaki düşüncelerimi derinleştirdi ve pekiştirdi. Doğasal farkındalıklarımı arttırdı. Sanatçı ve sanat eğitimci olarak sorumluluklarımı arttırdı. Kendi varoluşumun sınırlarını, görsel ve düşünsel farkındalıklarımı yansıtabilme olanağı sağladı.

Aslında gözlem ve düşünce gücü olan kişi doğadan çok şey öğrenebilir. Sanat buna olanak sağlıyor. İlk çalışmalarım öyküsel bir yapıda iken daha sonraki dönemlerde çalışmalarım doğanın izinden gittiğimin ve bu izi sürerken keşfettiklerimin yansımasıdır. Dolayısıyla söyleyeceklerimi, keşfettiklerimi sanatın diliyle ve araç olarak ağaç baskı tekniği ile söylemeyi kazandım.

“Her şey ışığın varlığı ile hayat buluyor”

Çalıştaydaki sunumunuzda “Sanatın tarihi, ışığın tarihidir” demiştiniz bunu açar mısınız?

Bu söz ünlü sanat tarihçi Gombrich’in sözüdür.

Hangi sanatsal ifade araçlarını kullanırsanız kullanın biz aslında nesnelerin, ilişkilerin ve kendi varoluşumuzun görsel farkındalıklarını, topluyoruz, biriktiriyoruz. Daha önceki dönemlerde sanatta ışığın kullanılması ile bugün ışığın kullanılması farklı. Aslında bir nesnenin yapısını görmek, çözümlemek, o nesneyi tanımlamak için sanatta araca ihtiyacımız var: IŞIK. Işığı kapattığınızda o nesneyi görmüyorsunuz;  nesne öğle saatinde baktığınızda başka, akşam baktığınızda başka, sabah baktığınızda başka, alacakaranlıkta baktığınızda başka etki yapıyor. İşte bu algılar zincirini çoğalttığınızda siz nerede duruyorsunuz, hangi zamanda nesneyle daha içsel bir ilişki kuruyorsunuz?

Sanat eğitimi içinde ışığın nesneler üzerindeki etkilerini, bunları yansıtmayı, eğitim içerisinde öğretmeye çalışıyoruz. Bunun dışında da ifade biçimleri yok mudur? Vardır, ama temel olarak, farkındalık zincirimizi artırmak için nesnelerin ışıkla etkileşimini takip ediyoruz, gözlemliyoruz. Zira her şey ışığın varlığı ile hayat buluyor.

Türk baskı sanatçıları yurtdışındaki etkinliklerde, organizasyonlarda, müzelerde, özellikle satış pazarında ve dolaşımında neden daha fazla yer alamıyor? Neler eksik, ne gibi noktalara dikkat edilmesi gerekir?

Dünyada baskıresim organizasyonları ve baskıresmin sanat pazarında dolaşımı çok etkin ve yaygın. Toplumsal yapılarında daha önemli bir yer tutuyor. Bu birçok soruyu da beraberinde getiriyor. Biz bu alanda dünya standartlarının neresindeyiz? Ortak organizasyonlar yapabiliyor muyuz? Sanat pazarında ve dünyadaki baskıresim dolaşımının içinde yer alıyor muyuz? Var olmak için yapılması gerekenleri yapmış mıyız? Yapmamışız. En fazla kendi içimizde uygulamalar yapmışız, yurtdışındaki organizasyonlara ve etkinliklere katılmışız ki bunlar kişisel çabaların ötesine gidememiştir.

Baskıresim satış alanlarında, pazar dolaşımında bulunan sanatçımız yok gibi. Bu belki de başka bir girişimcilik, çözülmesi gereken başka bir problem gibi görünüyor. Bizde çok yetenekli, çok iyi noktalara gelebilecek, bu dolaşımda yer alabilecek sanatçılar var. Bu sorunu çözümlemek, bu alanda çalışan herkese çok iyi motivasyonlar sağlayabilir. Alanın toplumda görünürlüğünü ve varoluşunu yükseltir. Bu sorun kurumlar arası işbirliği ve başka görev bölümleri ve işbirliği ile çözülmesi gereken bir problem. Bu alanda çalışan, üreten herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Düşünmek sorunu çözmeyi de beraberinde getirir.

“Engravist’te güzel bir uygulama süreci vardı,
gelenekselleşmeli”

Engravist Woodcut Çalıştay süreci sizin için nasıl geçti, deneyimlerinizi, gözlemlerinizi öğrenebilir miyiz? 

Engravist günümüzde Türkiye’de yapılan en geniş kapsamlı ve en uzun süreli baskıresim etkinliklerinden biri olma özelliğine sahiptir. Genç arkadaşlarımız, bizden sonra bu bayrağı taşıyacaklardır. Onlar, Engravist kapsamında davet ettiğiniz alanında yetkin kişilerden, yeni bilgileri öğrenme, özgün üslupları tanıma fırsatı yakalıyorlar. İleride bu alanda çalışacak genç arkadaşlar için bir okul gibi öğrenme ortamı yaratıyor. Bu düşünce temelinde çalıştaya katılacağım için heyecanlandım. Farklı üniversitelerden lisans, yüksek lisans, doktora ve akademik görevlerde olan arkadaşlarımızın katıldığı bir ortam vardı. Güzel bir uygulama süreci yaşandı. Biz de onların söylediklerinden uygulamalarından çok şey öğrendik. Aslında burada yapılan bir hocanın uygulaması ve karşısındakinin alımlaması değil, karşılıklı bir öğrenme ortamının yaşanmasıdır. Kurumlar arası işbirliği sağlayan, insanları motive eden, davet eden bir oluşum. Ayrıca baskıresmi gündemde tutan bir etkinlik olarak da önemli buluyorum.

Bugün Türkiye’de Devlet Resim Heykel ve Özgün Baskıresim, Resim Heykel Müzeleri Derneği Özgün Baskıresim sergi ve yarışmalarından başka ciddi baskıresim etkinlikleri, yarışmaları, sergileri görmüyoruz. Özellikle uygulama süreçleri ile ilgili ciddi organizasyonlar yok denecek kadar azdır. Bu nedenle önemli bir gereksinime yanıt veren Engravist etkinliklerini önemli buluyorum ve gelenekselleşmesini istiyorum.

Gelecek yıllarda baskıresim alanının sorunlarını Engravist’in daha kapsamlı etkinlik programlarında tartışabiliriz, çözme yolunda adımlar atabiliriz. Bu şekilde daha önceki yıllarda bir sorunu çözmek için çok uzun çabalar harcayarak vardığımız yollar kısaltılabilir. İyi ki bu organizasyonu yapıyorsunuz. Engravist’in desteklenerek, sorumluluk alanlarını genişleterek üretmek, paylaşmak ve problemleri çözmek yönünde devam edeceğini umut ediyorum.

Engravist’in gelecek projelerinde daha kapsamlı ve daha bilinir olması, daha çok çevrede kabul görmesi için sizce neler yapılabilir? Önerileriniz nelerdir? 

Eğitim kurumlarının diğer kurumlar ile sıkı işbirliği içinde olunması gerektiğini düşünüyorum. Yerel yönetimler ve diğer resmi kurumlarla, sanayi ve ticari kuruluşlar, özel sektör, kişiler ve kurumlar ile işbirliği kurulması, iletişim ve katılım ağının attırılması gerektiğine inanıyorum.  Engravist sadece bir eğitim kurumunun üstleneceği bir etkinlik olmaktan çıkarılmalıdır. Yıldız Teknik Üniversitesi yönetimi başka kurumsal ilişkiler kurarak destek ağını genişletebilir. Diğer kurumlardan malzeme ve mekan desteği alınabilir. Kurumsal destek ağı genişlediğinde daha etkili ve iyi sonuçlara ulaşılacaktır.

Baskıresmin kültürel alanın bir parçası olarak varoluşunu köklendirmek, gelenekselleştirmek için daha güçlü işbirliğine ihtiyaç vardır. Düşünerek, daha doğru adımlar atılarak ve sorumluluk alanı genişletilerek etkili ve güzel sonuçlara varılabilir.

 “Baskı sanatları, sınırlarını ve
yapabilirliklerini öğretir”

Ahşap baskıya yeni başlayacak olanlar ya da yeni başlamış olanlar için anahtar, yol gösterici olabilecek bir şeyler söyleyebilir misiniz?

Öncelikle şunu söylemeliyim; “size göre midir?”. Bu alanda çalışacak kişinin her tekniğin kendine özgü yapısını ve uygulama sonuçlarını gördükten sonra kendi karakterine uygun yakınlıklar bulması ve bilinçli olarak tercih etmesi çok önemlidir. Kişi yapısı gereği gravüre daha yatkındır, teknoloji ile arası çok iyidir veya dijital baskıya daha fazla yatkınlık gösterebilir. Uygulama süreçlerini yaşamadan bunları bilemez. Kişi kendi kişisel yapısına ve kendini tanıma süreçlerine göre diğer teknikleri de deneyimleyerek, zihinsel ve duygusal bir iletişim kurduğu teknik ile başlarsa çok güzel sonuçlara gidebilir.

Baskı sanatları, insana gerçekten sabrı, problem çözmeyi bir işi başından sonuna kadar takip edip izlemeyi, kendi sınırlarını ve yapabilirliklerini öğretir. Çok iyi bir eğitim aracı olduğunu düşünüyorum. Rehberlik eden öğretmenlerin bunun bilincinde olmalarını ve bu yolculukta öğrencileri motive ederek sevgi ilişkisi kuruluncaya kadar eşlik etmeleri ve yanlarında olması gerektiğini düşünüyorum.

Röportaj: Derya Aydoğan